Kitap İncelemesi: Yabancı - Albert Camus




"Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum." cümlesi kitabın ilk cümlesiydi. Benim için (genelde), bir kitabın ilk cümlesi son derece önemlidir. Kitapla ilgili önemli bir "tavsiye mektubu"dur. Bu ilk cümlede de anlaşıldığı gibi karakter kendini ele veriyor. Romanın kahramanı olan "Meursault", "adı" olmayan bir "Yabancı"dır; Meursault, algıladığı şeyleri tanımlayamayan, ama gerçeği bulmaya çalışan boş bir bilinçtir. 

Birinci bölümde yazar, karakter üzerinden okuyucuya dünyanın aslında boş ve manasız bir yer olduğu mesajını veriyor. İnsanlar ile ilişkisini diğer insanlar gibi olduğunu düşünüyor (umursamaz oluşu ve anti-sosyalliği diğer insanlar tarafından tuhaf karşılansa da onun için gayte normal).  Yakınlarının ölümü ona çok  normal geliyor; üzülmüyor ya da yas tutmuyor. Ancak ikinci bölümde olan her şey, kendiliğinden olup bitiyor, Meursault, topluma, kendine,  adım adım yaklaşan ölüme, hayata, dünyaya ve eylemlerine yabancılaşıyor  ve kayıtsız kalıyor. 

İlk okumamda yaptığım değerlendirmelerde “yabancı” Meursault’dur. Ancak ikinci kez okuduğumda her şeyin farklı olduğunu düşündüm. Bence bu romanın “yabancı”sı ismi olmayan bir Arap'tır. Meursault’un ateş ettiği bu isimsiz Arap'ta vücut bulan şey, kahramanın içindeki saplantılı anne arzusudur. Öldürmek istediği işte bu saplantılı anne arzusudur. Burada gösterdiği aşırı tepki, tüm roman boyunca hissettiğim tepkisizlikle çelişti. Her şeyi saçma bulması, sorumsuz ve tepkisiz kalması... Bir kez ateş etseydi, fikrim değişmezdi ama anladım ki dört kez daha ateş edince içindeki nefreti dışa yansıttı ve sonra da her şey normal gelmeye başladı. Eski haline göre her şey farklıydı onun için. 

Kitapta hoşuma giden kısımlardan birisi de Meursault'un kadın-erkek ilişkilerine ve evliliğe dair olan bakış açısıydı. 28'inci sayfada geçen şu cümle kahramanımızın bakış açısını önümze sunuyor: 

''Marie came that evening and asked me if I’d marry her. I said I didn’t mind; if she was keen on it, we’d get married. Then she asked me again if I loved her. I replied, much as before, that her question meant nothing or next to nothing—but I supposed I didn’t. “If that’s how you feel,” she said, “why marry me?” 
I explained that it had no importance really, but, if it would give her pleasure, we could get married right away. I pointed out that, anyhow, the suggestion came from her; as for me, I’d merely said, “Yes.” Then she remarked that marriage was a serious matter. To which I answered: “No.” ''

Kahramanımızın duruşması herkesin özellikle de basının ilgisini çeker. İlgi çekenler arasında Meursault'tan sonra bir de babasını öldüren birinin duruşması vardır. Bu yüzden savcı şöyle bir savunma yapar: "Annesini manen öldüren biri, tıpkı kendisinin dünyaya gelmesine sebep olan insanın, yani babasının hayatına kasteden kimse gibi, insan topluluğundan kendi kendini kovmuş olurdu. Her halükarda birincisi ikincisinin eylemlerini hazırlar... Onun için beyler, şu sandalyede oturmakta olan adamın, bu mahkemenin yarın yargılayacağı cinayetten de suçlu olduğunu söylersem düşüncemi fazla aşırı bulmayacağınıza eminim. Kendisinin cezası ona göre verilmelidir." Görüldüğü gibi Meursault sadece cinayetten değil, toplum normlarını hiçe sayarak annesinin ölümünü kayıtsızca kabullenmesinden dolayı da yargılanır. Mahkemenin sonucu hiç de istediği gibi olmadığını görebiliriz. Ben, karakterin tepkilerini biraz karmaşık, biraz da henüz bir şeyin farkında olmadığını düşünerek farklı buldum. 

Davanın nesnel olduğunu düşünmüyorum. Bakımevindeki çalışanlar neden tanıklık etmeye geldi? Onlar sadece bir kere gördüler onu ve bir daha da görmediler. Dava tümüyle yanlış! Bunun sebebi ise davada öldürülen Arap'ın  adı geçmiyor. Savcı, sadece Mersault'un annesinin ölümünden sonraki tavırlarından bahsediyor. Çok saçma! Dava annenin ölümü hakkında değildi. Kesinlikle nesnel bir bakış açısı olduğunu düşünmüyorum. 

Hiçbir şeyi umurunda olmayan karakterimiz tepkisizliğiyle insanları daha da öfkelendirir. Ahlaki çöküşü idamına sebep gösterilir. Mersault için bir anlam ifade etmeyen ölüm, içindekileri dışa vurmasına sebep verir. Onunla konuşmaya çalışan kişilere herkesin bir gün öleceğini, bütün hayatların da kendi hayatları kadar anlamsız olduğunu söyler. Farklı olan bu düşüncesi yüzünden mahkemede herkes onu farklı yorumluyor ve ölümü kabulleniyor. Ayrıca sorgu yargıcı Mersault’un idamına cinayeti yüzünden değil, kayıtsızlığı ve duygusuzluğu yüzünden karar veriyor. 

Meursault, hapishanedeki yaşamında her günün aynı geçtiğini belirtiyor ama 51. sayfada şu ifadeye yer veriyor: ''No, there was no way out, and no one can imagine what the evenings are like in prison.''
Kısacası; Albert Camus, "Hayat yaşamaya değmez." diyor. Ona göre hayat, toplum ve her şey saçma. Varoluşçu felsefenin absürd/ saçma kavramını ve kendi ideolojisini kahramanı Meursault yoluyla romanında çok güzel yansıtmış. 

Turuncu Kız. 

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kitap İncelemesi: Franz Kafka - Dönüşüm (İngilizce - Türkçe)

Kitap İncelemesi: Stefan Zweig - Mecburiyet

Kitap İncelemesi: Serenad - Zülfü Livaneli